Daha İyi Yapabilecekken Vasat ya da Kötü Yapmaya Meyilli İnsanların Özellikleri ve Bunun Olası Nedenleri, Çözüm Önerileri

Geçen gün aklıma birden gelen bu konu üstüne biraz karalamak istedim. Başlığa konu insan tiplerinden hayatınızda, çevrenizde birileri var olabilir. 

Olası sebeplerini hadi sıralayalım;

  1. İşin kendi üstünde kalacağı korkusu
  2. Her seferinde aynı yüksek performansın kendisinden bekleneceği endişesi
  3. İş garantisi
  4. Sınır koyabilme konusunda kendine güvenmeme
  5. Kendisine alternatif başka insanların olması
  6. Daha iyisini ya da daha kötüsün yaptığı zaman kendisine bir performans uygulamasının yapılmaması
  7. Daha kötü performans ortaya koyduğunda kendine yeterli ya da kaliteli geri bildirim yapılmaması
  8. İş yerinde ya da emsallerinde gördüğü genel performans düşüklüğü
  9. Daha iyisini ortaya koyduğunda oluşacak sonuçlardan bir beklentisinin yahut motivasyonunun olmaması

Evet, bu tür bir yaklaşımı olan kişiler bazen gerçekten çekilmez, dayanılmaz olabilirler. Ancak altta yatan bu nedenleri göz önünde bulundurulunca bazı başlıklarda biraz hak vermemek de elde değil doğrusu. E hadi o zaman muhtemel önerileri sıralayalım:

Okumaya devam et
1

1 defa okundu.

Çocuklar Ne İster?

Bilgi, hız çağındayız söylemlerini hep duyarız. Her şey hızlı şimdilerde; internet, kargo, telefon, bilgisayar… Zamandan ve insan gücünden birçok şeyde tasarruf eder olduk buacaba sayede. Fakat gel gelelim, önceki zamanlara nazaran çevremizdeki insanlara, teknolojiden kazandığımız(!) zamanı ne hikmetse ayıramaz olduk sanki.

Sorunca bir öğrenci velisine, akşamları neler yaparsınız çocuğunuzla, diye en popüler yanıtlardan biri “annesi ilgilenir daha çok, ödev yapıyorlar” oluyor. Peki ne istiyor bu çocuklar?

“İlgi”… Ama nasıl? Okumaya devam et

194 defa okundu.

Yeni Bir Lise Türü Gerekiyor

4 yıldır MEB’e bağlı bir ortaokulda çalışıyorum. Şimdiye dek birçok öğrencinin liseye yerleşme sürecini takip ettim. Haliyle bu süreçlerden fark ettiğim bir noktayı sizinle paylaşmak istiyorum.

Bildiğimiz üzere, ülkemizde nitelikli bilim adamı yetiştirmek için oluşturulmuş Fen Liseleri (FL) var. Başarılı ve çalışmalarının karşılığını almış öğrencilerimiz bu liselere yerleşerek geleceğe sağlam bir adım atmış oluyorlar. Bu sağlam adımı da, devletin FL hakkında aldığı “seçilmiş öğretmenlerin çalışması ve öğrenci/şube sayısının kısıtlı olması” gibi önlemler desteklemektedir. <Bu arada, FL’nin öğrencilerini 500-450 civarı puanlarla fen lisesialdığını, sadece Matematik-Fen ağırlıklı eğitim verildiğini belirteyim.> Ortaokul sonlarında bir aksilikle ya da potansiyelini kullanmayarak 450 ve aşağısını alan, veyahut FL kazanacak puana ulaşmasına rağmen Fen-Matematik bölümüyle ilgili bir gelecek düşünmeyen parlak öğrencilerimiz için Sosyal Bilimler Lisesi(SBL)’nden başka alternatif maalesef yok. SBL ise, FL gibi imtiyazlara sahip olmadığı gibi, bir de 5 yıllık eğitim süreci gerektirdiği için birçok öğrenci için korkutucu olabiliyor. Okumaya devam et

1

219 defa okundu.

Aileler Boşanırken Çocuklar Konusu

Evlilik ne kadar mutluluk verebilen bir kurum ise ayrılık da o kadar ya da belki daha fazla acı verici olabiliyor. Eşler, ayrılma kararı aldıktan önce veya sonra yanlarındaki çocukları fark ediyor ve onlar için ne yapması gerektiğini kara kara düşünmeye başlıyor.boşanma-1 Boşanmada çocuk, az ya da çok ruhsal anlamda zorluk çekebilir. Bunu asgariye indirmek ebeveynler için en istenen şey. Boşanmayı; ayrılma öncesi, ayrılma sırası ve ayrıldıktan sonra çocuk için nelere dikkat etmek gerekiyor şeklinde safhalara ayırarak bu yazıda ele aldım.

  1. AYRILMA ÖNCESİ
  • Eğer, boşanma öncesi yapılan kavgalar, çatışmalar çocuktan sakınılarak gizlice yapılmışsa;
    • Çocuğun yaşı küçükse (özellikle okul öncesi dönemi) ayrılmanın nedeninin kendisi olduğunu zannedebilir. Bu yüzden çocuğa bu suçluluğu yaşatmamak için iyi şekilde açıklama yapılması gerekmektedir.
  • Şiddetli kavga, bağırışmalar olacaksa bunlar asla çocuğun yanında yapılmamaya çalışılmalıdır. Bunun yanı sıra, çocuğun ayrılma öncesi bazı şeylerin farkında boşanma-2olması, ayrılmanın nedenini anlamasında yardımcı olacağından, birtakım olumsuzlukların saklanmaması işe yarayabilir. Ancak bu, sadece küçük tartışmalar için geçerlidir. Bununla birlikte anne ve baba arasında tehdit, dayak, küfür, vb. içeren büyük kavgalar da çocuklar için şahit olunmaması gereken durumlardır. Çünkü bu çocuğun güven duygusuna zarar verebilir.

Okumaya devam et

1

186 defa okundu.

Sosyal Medya’da Kolay Küfretme Psikolojisi/ 9 Nedeni

2000’li yılların başından günümüze uzanan süreçte sohbet sitelerinden sosyal medyaya sosyal_medya_111doğru bir kaymadan bahsedilir. Burasını işin başka uzmanından okuyabilirsiniz. Bu yazımda ise birçoğumuzun hayatının bir parçası haline gelen sosyal medyada argo sözcüklerin, hakaret içeren paylaşımlarım ve dahası tonla sıralanabilen küfürlerin söylenme psikolojisini 9 neden’le ele alacağım.  Okumaya devam et

3

454 defa okundu.

Hayat Saatlerini İleri Alınca

Saatler… Her bir salisenin, saniyenin, dakikanın, saatler ve diğer zaman birimlerinin birbirini kovalamasıyla da asırlar… Yaz saati uygulamasına geçtiğimiz şu günlerde bir saatin nasıl bir şey olduğunu aklımdan geçirdim ve sizlerle paylaşayım dedim. Bir düşünsenize, bugünlerde birkaç gün önceki saatten bir saat erken yatıyorsunuz. Bunun farkındasınız ama zihniniz saatin geç olduğunu fark edince otomatik olarak size uyku sinyallerini vermeye başlıyor. Hâlbuki önceki haftalarda, yaz saatine geçilmeden önce, diyelim ki 23’te yatıyordunuz ama bir gün için 22’de yatmayı denediniz. Bu uykuyu gerçekleştirmede ne kadar başarılı olabilirdiniz ki…

Aslında hayatımızın saatleri birer birer değil, 24’er 24’er akıp gidiyor. Okumaya devam et

166 defa okundu.

Türkiye’de Psikolojik Danışman/Rehber Öğretmen olmak

Klişe konuşmaktan haz etmediğimden olsa gerek, mesleğiniz nedir sorusuna kimi zaman psikolojik danışman, kimi zaman da rehber öğretmen diyorum. Burası Türkiye. Ne iş yaptığınızı bir çırpıda söylemek zor bazen. Neden mi? Haydi birlikte konuşalım.

Psikolojik danışmanım deyince neler oluyor? Siz de tahmin ve takdir edersiniz ki karşıdaki, sorunu/derdi olan milyonlarca insanlardan sadece biri olunca hemen bir dert açma girişimi başlıyor. Ha sakın eleştiriyorum gibi hissetmeyin. “Derdi olan neylesin?”. Hatta böylesi bipsi danr çözüm arama girişiminde bulunmak, sorunu/durumu çözmede sorumluluk almaya istekli olmanın ilk adımı olduğundan iyi bir şey bile diyebilirim. Zaten sorunlara da mümkün olduğunca yardım etmeye çalışırım. ‘Mümkün olduğunca’; çünkü bu tür ayaküstü bir yardım, bireyi psikoterapik açıdan tanımadan profesyonel olarak mümkün değildir.

Bahsettiklerim ve gözlemlerimden hareketle genel olarak ülkemiz insanı giderek psikolojik anlamda destek almaya eskisi kadar soğuk bakmıyor. Okumaya devam et

1

357 defa okundu.

Umursamaz mıyız: Zaman Girdabı

Hayatın akışı bir düzen içinde işlerken, birer seyirci oluruz çoğu zaman. İşin garibi, dünya üzerine herkes biraz birbirine bağlantılı, biraz bağımsız devam etmesine rağmen bu süreç herkese aşağı yukarı aynı işler. Daha küçüğüm, ilkokul biter mi, liseden de mezun olacak mıyım ki, üniversite okumayı ben de becerebilecek miyim düşünceleri zihinde bir süre kurulurken bir de bakarsınız ki çoktan işiniz olmuş, yalnız da değilsiniz ki eşiniz olmuş.

Zamanın alışılagelen ve duyarsızlaştıran yavaş tesirli zehrinin etkisinden olsa gerek, kısa bir sürede beynimizde geçebilme olanağı olan gelecekle ilgili endişe, beklenti ve hayaller, bazen düşünce hızından daha da çabuk gerçek hayatta çoktan meydana gelmiş olabiliyor.sonsuz-göz yanılması Bu böyle devam ettikçe de hayatın geri kalanı, geride bırakılanları yanında ilk bakışta uzunmuş gibi görünse de aslında çocukluk, gençlik ve ilk yetişkinlik dönemlerimizde geçirdiğimiz zamanların, içinde onca anı ve heyecan var olmasına rağmen bizlere sanki birkaç günmüş gibi gelmesi hiç de anormal olmayacaktır. Ömür vefa eder de şöyle 20 yıl sonra da sanırım, benim için şu yazıyı yazdığım, sizin için de okuduğunuz an’ı (tabi olur da hatırlarsak) sanki bir hayal, daha yeni imiş gibi de olacaktır.

Acaba hafızamızın bir zoru mu var ve hemencecik yaşananları unutup zaman hızlıca geçiyor gibi mi geliyor bize? Tamam, hemfikirim, zaman hep Okumaya devam et

153 defa okundu.

Yaşamın Merkezi: Uyku

Nasıl Yani?

Her sistemin, bütünün hem ana unsurları hem de ara parçaları vardır. Doğumdan ölüme kadar mükemmel bir sistem diyebileceğimiz insan hayatının birçok ara unsurları olsa da en önemli merkezlerinden biri uykudur.

Yorgunluk atma, büyüme hormonu salgılama gibi fiziksel kazançları bir yana, uykunun psikolojik anlamda katkıları, kocaman bir yazı konusu olurdu herhalde. Onca sağladığı şeyeUyku-Bozukluğu rağmen hayatın iç içe geçen ilginçliğinden midir bilinmez, her faydası olan şeyin dozu kaçınca, düzensizleşince gerçekleşen olumsuz durum uyku için de geçerlidir. Nitekim bazı hastanelerde uyku tedavilerinin verilmeye başlanması, günümüz dünya insanının meseleyle nasıl cebelleştiğini gösterirken aynı zamanda uykunun ne kadar kıymetli bir yeri olduğuna da işaret etmektedir.

Başka bir bakış açısı kazanmak anlamında meseleyi değerlendirirsek, İslam inancında gün akşamdan başlar. Böylece başlangıçta dinlenerek, gerekli enerjiyi toplayarak kişi diğer akşam gelinceye kadarki sürece hazır olmuş bulunur. Uyku için kişinin yakıtı, şarjı sayılabileceğini söyleyebiliriz. Aynı şekilde geçen her günü sabahı baz alarak ele aldığımızda gün sabah başlar, akşama dek belli bir efor sarf edilir. Ertesi güne hazır olabilmek için akşam bakım ve takviyelerin yapılması gerekir. Bir sonraki güne tam anlamıyla hazır olabilmek için bir çeşit sıfırlama, tabiri caizse resetleme aracı olan uyku, merkezi bir kimliğe bürünür.

İster yakıt/şarj olarak, ister sıfırlama-reset olarak ele alınsın uyku; akşam yatma saatine bağlı olarak bütün günümüzü olumlu ya da olumsuz olarak etkiler ve bu yüzden yaşamın merkezinde yer alır. Ayrıca uyku, yemek içmek gibi ayaküstü telafi edilebilecek bir ihtiyaç da değildir. Bir öğün yemek atlanıldığında Okumaya devam et

103 defa okundu.

Son Ana Kadar! Bir And Anatomisi

Hayat hep zorluklarla doludur; kimi zaman otobüse kartı gösterir içinde paranın bittiğini öğrenir, kimi zaman banka sırasında sıkıla sıkıla saatlerce bekler, kimi zaman da kaldırımda yürürken kenara çekilmeyip üstünüze yürüyen insanlar görürsünüz. Evde, okulda, işyerinde, yolda ve hatta piknik yerinde bile. Kısacası dört bir yanımızı kuşatmıştır zorluklar imparatorluğu. Ama küçük ama büyük tüm bu zorluklar içinde nefes alıp verir, hayata ucunda da tutunmaya gayret ederiz.

Başka bir açıdan bakmak gerekirse bir yoldur hayat, biz de birer yolcu haliyle. Yol dediğin de güçlüklerle giriftar olmuş bir kelime… Bu sebeple, bahsettiğimiz meşakkatler bizi zaman zaman darlanmalara, depresyonlara götürebilmekte, yaşam enerjimizi adeta sünger gibi içine çeken bir sülük haline döndürebilmektedir. Bu yazıyı kaleme almamda vesile olan adam da tam olarak bu bahsettiğim tabiri caizse hayatın kendisine taktığı çelmelere rağmen ayakta kalmış, hatta düşse bile başını dik tutabilmiş bir şahsiyettir. Kimden mi bahsediyorum: Mehmet Ali Birand.

İsmi görünce aklınıza günlerce haber programlarında, gazete manşetlerinde boy boy resimleri basılan, dakikalarca konuşmaları yapılan, o güler yüzlü simasıyla zihinlerimize kazınmış insanı hayalinize getirmekte eminim ki hiç zorlanmamışsınızdır. Nitekim yıllar sonra, onu sağlığında izleyememiş olacak birçok insan bile o güler yüzü anacaktır. birandNeden mi? Aslında bu yazının inşa sebebi de tam olarak bu durumdan başka bir şey değil. Nasıl böyle bir isim olunabilir, ya da meşhur olunmasa bile böylesi bir sevgi ve ilgiye mazhar olunabilir, bu yazıda Birand üzerinden bu mevzulara temas etmeye gayret edeceğim.

Öncelikle, Birand hakkında derlediğim, hayatında karşılaştığı başlıca zorlukları özetlemek istiyorum:

  • Babası, O 2 yaşındayken öldü,
  • 3 yaşındayken bacağına dökülen kaynar su sebebiyle 5 ayrı ameliyat geçirdi,
  • Liseyi dayısının, okul masraflarını üstlenmesiyle okuyabildi,
  • Ekonomik zorluklar sebebiyle 1 yıl dahi devam edemeden üniversiteyi bırakmak zorunda kaldı,
  • Evlendikten sonra başladığı muhabirlik mesleği gereğince tam 20 yıl Brüksel muhabiri olarak Belçika’ da kaldı,
  • Ölmezden evvel pankreas kanserine yakalandı, defalarca kemoterapi ve ameliyatlar geçirdi.

Bu yukarıda geçen zorluklardan hepsi değil ama birkaçı üzerinde duralım. Babasının, O küçük yaştayken ölmesi, bir çocuk için bir travma durumu olsa da elbette bunun üstesinden gelinebilir. Daha sonra, ekonomik zorluklar ve bu sebeple yarım, kursağında kalan üniversite heyecanı… Üniversite bitirmiş onca arkadaşımıza, okulu maddi nedenlerle bitiremeseydin ne yapardın sorusuna verilecek iyi bir cevapları olduğunu sanmıyorum. Birand’ ın, eş olarak bir medya patronunun kızını seçmesi elbette büyük bir şanstır; fakat bunun üzerine öz vatanından ayrı, Brüksel’ de geçirdiği 20 yılı öyle küçümsememek gerekir. 20 yıl gerçekten uzun bir süre. Ve O’ nun için de dönüşte bunun ganimeti olarak Trt’ de 32. Gün programını bulmuştur.

Esasen hayat, başta da belirttiğim gibi her an zorluklarla dolu. Birand’ ın, karşılaştığı tüm bu olumsuzluklar karşısında, en son sunduğu haberlerde de gördüğümüz üzere, belki de içinde fırtınalar kopmasına rağmen, hep o gülümseyen, tebessüm eden çehresiyle olumlu bakan kişiliği en büyük yardımcısı olmuştur. birand-kanald-gafBundan bahsetmişken yeridir, bir iki yıl önce, haber sunarken yaptığı gaflar sebebiyle katıldığı birçok Tv programında bir çeşit alay konusu olmuş, farklı zamanlardaki gafları toplu hale getirilip internette izleme rekorları kırmıştır. Hatta son zamanlarında da, sebeb-i ölümü olacak pankreas kanserine rağmen yine ekran karşısına yılmadan çıkabilecek cesareti gösterebilmiştir. Bir çeşit benzetmeyle böylece, 90 dakikalık bir hayat futbolunda, 89.dakikaya kadar sahada koşabilmiş ender hayat futbolculardan biri olabilmiştir.

72 yaşında ve dinç bir adam portresi… Siyasi tarafı, dünya görüşü, karanlık taraflar… Bunların, bu konuşulanların hepsini bir kenara bırakıp, o mücadele ruhunu yakalayabilen, asla vazgeçmeyen, bunun üzerine de gülümseyip duran o adamın portresine tekrar bir bakın. İşte birçok genç/yaşlı meslektaşının, siyasetçinin, iş adamının ve birçok kesimden insanın önünde düğme iliklemesine varsa asıl sebep de tam olarak budur: “mücadele ruhu.” Ahmet Şerif İzgören, “Avucunuzdaki Kelebek” isimli sunumunda da tam olarak bundan bahsederek sunumuna başlamaktadır. İzlememişseniz mutlaka tavsiye ederim. Sokakta ve belki de aynada gördüğümüz, bezmiş, asık suratlı, gözünde hiçbir parıltı kalmamış insanlardan farklı olarak, son dakikaya kadar sahada kalabilmeyi sağlayan yegâne güçtür işte o: mücadele ruhu.

Olumlu bakış açısı için çaba gösteren, zorluklara karşı hiçbir zaman pes etmeyen, dirençli bir kimliğe bürünürken de etraftaki insanlara sırf insan oldukları için değer verip bunu asla ihmal etmeyen, belki son dakikaya kadar olmasa da mutlu olmak için illa son düdüğü beklemeyen ve bu yüzden ayrıca hayat amacı sayesinde gözlerinin içi parlayan bir birey olup, öyle bireyler yetiştirebilmemiz ümidiyle… Öyle olanlara da selam olsun!

1

148 defa okundu.