Türkiye’de Psikolojik Danışman/Rehber Öğretmen olmak

Klişe konuşmaktan haz etmediğimden olsa gerek, mesleğiniz nedir sorusuna kimi zaman psikolojik danışman, kimi zaman da rehber öğretmen diyorum. Burası Türkiye. Ne iş yaptığınızı bir çırpıda söylemek zor bazen. Neden mi? Haydi birlikte konuşalım.

Psikolojik danışmanım deyince neler oluyor? Siz de tahmin ve takdir edersiniz ki karşıdaki, sorunu/derdi olan milyonlarca insanlardan sadece biri olunca hemen bir dert açma girişimi başlıyor. Ha sakın eleştiriyorum gibi hissetmeyin. “Derdi olan neylesin?”. Hatta böylesi bipsi danr çözüm arama girişiminde bulunmak, sorunu/durumu çözmede sorumluluk almaya istekli olmanın ilk adımı olduğundan iyi bir şey bile diyebilirim. Zaten sorunlara da mümkün olduğunca yardım etmeye çalışırım. ‘Mümkün olduğunca’; çünkü bu tür ayaküstü bir yardım, bireyi psikoterapik açıdan tanımadan profesyonel olarak mümkün değildir.

Bahsettiklerim ve gözlemlerimden hareketle genel olarak ülkemiz insanı giderek psikolojik anlamda destek almaya eskisi kadar soğuk bakmıyor. Okumaya devam et

1

353 defa okundu.

Umursamaz mıyız: Zaman Girdabı

Hayatın akışı bir düzen içinde işlerken, birer seyirci oluruz çoğu zaman. İşin garibi, dünya üzerine herkes biraz birbirine bağlantılı, biraz bağımsız devam etmesine rağmen bu süreç herkese aşağı yukarı aynı işler. Daha küçüğüm, ilkokul biter mi, liseden de mezun olacak mıyım ki, üniversite okumayı ben de becerebilecek miyim düşünceleri zihinde bir süre kurulurken bir de bakarsınız ki çoktan işiniz olmuş, yalnız da değilsiniz ki eşiniz olmuş.

Zamanın alışılagelen ve duyarsızlaştıran yavaş tesirli zehrinin etkisinden olsa gerek, kısa bir sürede beynimizde geçebilme olanağı olan gelecekle ilgili endişe, beklenti ve hayaller, bazen düşünce hızından daha da çabuk gerçek hayatta çoktan meydana gelmiş olabiliyor.sonsuz-göz yanılması Bu böyle devam ettikçe de hayatın geri kalanı, geride bırakılanları yanında ilk bakışta uzunmuş gibi görünse de aslında çocukluk, gençlik ve ilk yetişkinlik dönemlerimizde geçirdiğimiz zamanların, içinde onca anı ve heyecan var olmasına rağmen bizlere sanki birkaç günmüş gibi gelmesi hiç de anormal olmayacaktır. Ömür vefa eder de şöyle 20 yıl sonra da sanırım, benim için şu yazıyı yazdığım, sizin için de okuduğunuz an’ı (tabi olur da hatırlarsak) sanki bir hayal, daha yeni imiş gibi de olacaktır.

Acaba hafızamızın bir zoru mu var ve hemencecik yaşananları unutup zaman hızlıca geçiyor gibi mi geliyor bize? Tamam, hemfikirim, zaman hep Okumaya devam et

151 defa okundu.

Yaşamın Merkezi: Uyku

Nasıl Yani?

Her sistemin, bütünün hem ana unsurları hem de ara parçaları vardır. Doğumdan ölüme kadar mükemmel bir sistem diyebileceğimiz insan hayatının birçok ara unsurları olsa da en önemli merkezlerinden biri uykudur.

Yorgunluk atma, büyüme hormonu salgılama gibi fiziksel kazançları bir yana, uykunun psikolojik anlamda katkıları, kocaman bir yazı konusu olurdu herhalde. Onca sağladığı şeyeUyku-Bozukluğu rağmen hayatın iç içe geçen ilginçliğinden midir bilinmez, her faydası olan şeyin dozu kaçınca, düzensizleşince gerçekleşen olumsuz durum uyku için de geçerlidir. Nitekim bazı hastanelerde uyku tedavilerinin verilmeye başlanması, günümüz dünya insanının meseleyle nasıl cebelleştiğini gösterirken aynı zamanda uykunun ne kadar kıymetli bir yeri olduğuna da işaret etmektedir.

Başka bir bakış açısı kazanmak anlamında meseleyi değerlendirirsek, İslam inancında gün akşamdan başlar. Böylece başlangıçta dinlenerek, gerekli enerjiyi toplayarak kişi diğer akşam gelinceye kadarki sürece hazır olmuş bulunur. Uyku için kişinin yakıtı, şarjı sayılabileceğini söyleyebiliriz. Aynı şekilde geçen her günü sabahı baz alarak ele aldığımızda gün sabah başlar, akşama dek belli bir efor sarf edilir. Ertesi güne hazır olabilmek için akşam bakım ve takviyelerin yapılması gerekir. Bir sonraki güne tam anlamıyla hazır olabilmek için bir çeşit sıfırlama, tabiri caizse resetleme aracı olan uyku, merkezi bir kimliğe bürünür.

İster yakıt/şarj olarak, ister sıfırlama-reset olarak ele alınsın uyku; akşam yatma saatine bağlı olarak bütün günümüzü olumlu ya da olumsuz olarak etkiler ve bu yüzden yaşamın merkezinde yer alır. Ayrıca uyku, yemek içmek gibi ayaküstü telafi edilebilecek bir ihtiyaç da değildir. Bir öğün yemek atlanıldığında Okumaya devam et

100 defa okundu.

Yaratıcı Drama ve Sınıf İçi Uygulamalar Semineri

28 Nisan 2013′ te “Siz Drama” eğitmeni Suat Güneş’in etkin sunumuyla keyifli bir pazar söyleşisi tadında geçen seminerde, dramanın bu farklı türü hakkında sınıf içi ders işleyişi anlamında nasıl uygulanabileceği tartışıldı. Seminerden karaladığım notlarımı ve bunlarla yaratıcı drama semineriilgili düşüncelerimi paylaşayım:

  • Yaratıcı Drama (YD) ’da öğrenci aktif olarak katılımcıdır, (Çağdaş eğitim düşüncesinde de öğrenci merkezli eğitimle bire bir bağdaşmakta.)
  • Birden fazla duyguya hitap ederek öğrenme sağlar, (Öğrenmenin kalıcılığı için birden fazla duyu ile öğrenmenin büyük avantajı olacaktır.)
  • Derse karşı ilgisiz bir öğrenci daha kolay isteklendirilebilir, (Öğrencileri derse kazanmak için iyi bir yöntem olabilir.)
  • YD’ de temel olan, yaratıcılıklarını kullanması; duygu ve düşüncelerini de sürece katmasıdır, (Ders sırasında orijinal fikirler üretme, kişisel duygu ve düşüncelerin kullanılması çok boyutlu bir süreç işletilmesini sağlayabilir.)
  • YD’ de de, diğer drama türlerinde olduğu gibi tiyatro teknikleri ve oyunsu süreçler vardır, (Bu da dersin daha heyecanlı, aktif geçebilmesi ve böylece öğrencilerin sıkılmamalarını sağlayabilir.)
  • 3 farklı drama vardır: (Klasik) Drama, Eğitici Drama ve Yaratıcı Drama. Diğer drama türlerinden YD’ yi ayıran en belirgin özellik, bir metne/kalıba bağlı kalmaması, herkesin kendi duygu, beceri ve tecrübeleriyle katılmasıdır, (Bu sayede çok daha yeni, kalıpların dışına çıkılmış öğrenme ortamları oluşturulabilir.)
  • YD’ de iyi-kötü, doğru-yanlış şeklinde yorumlar, lider tarafından asla yapılmaz. Farklı bir şey söylemek isteyenin olup olmadığı sorularak sınıfın görüşü alınabilir, eksik öğrenildiğine kanaat getirilen kısımlar varsa not edilip başka bir zeminde konu yeniden işlenebilir, (Süreçte, herhangi olumsuz eleştiriye maruz kalmayan öğrenciler, kendilerini daha kolay ifade edebilecek, katılırken belli bir seviyede medeni cesarete kavuşabilecektir.)
  • YD, sınıf içi uygulamalarda 3 amaçtan birini gerçekleştirmek için uygulanır:  konuyu öğretmek, öğrenilenleri pekiştirmek ve öğretilen konunun ne kadar öğrenildiğini kontrol etmek, (Hem öğrenme sürecinde hem de öğrenmeden sonra bilginin işlenmesi kalıcılığı sağlama, ayrıca değerlendirme vaktinde dahi uygulanabilir olması, eğitimciler için ne kadar kullanışlı bir araç olduğuna ispat olabilir.)
  • YD sırasında, lider tarafından verilecek komutlar, sorulacak sorular mümkün olduğunca konuya ilişkin olmalıdır,
  • YD’ nin etkin olabilmesi için liderin, etkinliğin kurgusuna bolca çatışmalar, engeller koyması gerekmektedir. Zira sınıfın etkin kalabilmesi, dikkatin dağılmaması, öğrencilerin sıkılmaması ve öğrenmenin kalıcı olması için bu gereklidir,
  • YD etkinlikleri, az mevcutlu sınıflarda yapılabileceği gibi kalabalık sınıflarda da gruplandırmalar yapılarak uygulanabilir. Ayrıca gruptaki ideal kişi sayısı, 10-16 kişi olarak belirtilmektedir,
  • YD’ nin uygulanmasında, 4-5-6 yaş çocuklarına uygulanan yöntemler ile daha büyük çocuklar ve 1.-2.sınıf ve üstü sınıflarda uygulanacak yöntemler farklılıklar arz etmektedir.

YD’deki süreçler (Isınma/Hazırlık,(Doğaçlama), Canlandırma, Değerlendirme), süreçlerin tek tek nasıl işletileceği ve içinde nelerin bulundurulacağı, ayrıca kullanılabilecek canlandırma teknikleri (Rol Oynama, Toplantı Düzenleme, Donuk İmge… vs) gibi ayrıntılı bilgilere ulaşmak isteyenlere, buradan paylaşabileceklerimin bu kadar olduğunu belirtip en yakın drama kursuna kaydolmalarını ya da tavsiye edilen kitaplardan temin etmelerini naçizane tavsiye ederim. Zira dramanın bu etkin türünün, eğitim sürecine çok şey katacağı gayet açık.

458 defa okundu.

Bilgilerin Hafızada Kalıcılığını Sağlamak İçin Öğrencilere Öneriler

Sevgili arkadaşlar. Eğitim sürecinde okula/dershaneye gider birçok şey öğreniriz. Hatta bazen, adını ilk defa duyduğumuzu sandığımız bazı konuların daha öncedenunutma işlendiğini konu başladıktan çok daha sonra fark ederiz. Evet, uzun zaman önce unutmuş ve rafa kaldırmışızdır. Nedenine gelince elbette basit ki bu, kalıcılığı sağlayamadığımızdır.

Zihnimizde bilgileri daha uzun süre muhafaza etmek için birçok teknik ve alıştırmalar vardır. Bunların başında programlı çalışma ve düzenli tekrar bulunur. Daha sonra, altı çizilmesi gereken nokta, öğrenme ve bilgileri elişleme aşamasında görme, işitme, koklama, dokunma gibi birden fazla duyuyla öğrenmenin kalıcı olduğu tespit edildiği bilgisidir. Konuyla alakalı bir Çin Atasözü der ki “İşitirsem unuturum, görürsem hatırlarım, yaparsam öğrenirim.” Dolayısıyla bilgilerle adeta iç içe olmak, onları yaşamak kalıcılığın kalitesini zirveye taşımaktadır. Bu da anca birden fazla duyuyla öğrenmeyi gerçekleştirmekle mümkündür.

Bunlar dışında yapılançalışmalar sonucunda elde edilen işte bazı verileri aşağıda sıralayalım. Okumaya devam et

1

3.338 defa okundu.

Eğitimde Düşünme Becerileri Semineri

1-oğuz saygın24 Şubatta Oğuz Saygın’ın verdiği bu güncel içeriğe sahip seminer hayli kalabalık bir katılımcıyla Kadıköy Akla Kara Tiyatro Salonu’nda sohbet havasında gerçekleşti. Yılların verdiği tecrübesiyle katılımcılar olarak bizlerin, anlatımı ve özellikle sorduğu düşündürücü sorularla seminer boyunca zihnimizi açık tutan Oğuz Saygın’ın seminerde temel olarak vurguladığı iki konu tabuları yıkmak, farklı öğrenen öğrenciler için çeşitli eğitim ortamı oluşturmaktı.

Aamir Khan’ın eğitim üzerine olan başarılı filmi Yeryüzündeki2-oğuz saygın Yıldızlar (Taare Zameen)’dan da bir kesit alınarak örnekleme yapılan seminerde sunumu yaparken NLP tecrübelerine de zaman zaman değinen Saygın, içinde bulunduğumuz çağın bilgiye ulaşma açısından var olan kolaylığının insanlar üzerinde tembelliğe neden olduğu konusu, bilinçdışı süreçlerin hayatımıza olan etkisi 4-oğuz saygınnedeniyle bilincin açık tutulması noktasında dikkat edilmesi gerektiğinin de altı çizildi.

Verilen molalarda kendisiyle birebir ayaküstü de olsa sohbet edebilme imkanı bulabildiğim Oğuz Saygın, eğitim verdiği birçok firma/şirkete nazaran katılımcı olarak3-oğuz saygın ve ben öğretmen/eğitimcilerin var olduğu bir çalışmanın kendisini de heyecanlandırdığını, ülkemizin kanayan yarasın olan eğitim konusunda bir şeylerin değiştirilebilmesi için öncelikle bu kadronun kendi gelişimine önem vermesi, bilgi ve tecrübelerini artırmaya hevesli olması gerektiğini kaydetti.

Sonuç itibariyle, alanında isim yapmış bir isimden5-eğitimde düşünme becerileri-oğuz saygın-katılım belgesi böylesine dikkate şayan bir konuda seminer dinlemek, samimi üslupla birlikte eğlenceli bir aktivite oldu. Öğrencilere dikkat artırma konusunda aktif sorular, farklı açılardan bakma konusunda yeni bir farkındalık kazanma bağlamında verimli bir etkinlikti.

120 defa okundu.

2. Döneme Nasıl Başlanır?

Kaynağı bilinmeyen, anonim bir söz vardır: “Türk gibi başla, Alman gibi sürdür, İngiliz gibi bitir.” Daha önce duyduğunuzu tahmin ettiğim bu sözün özünde ülkemizin genel karakteri yüklü gibi görünüyor. Şöyle ki başlamak konusunda gayet başarılıyız, hatta örnek olacak kadar. Fakat ya devam ettirmek, dahası güzel bir bitiriş? Hâlbuki başlayabilmekten dahastart mühim bu ikisi, yani devam ettirmek ve güzel bitirmek o kadar gereklidir ki bizim hayat yolumuzu çizmemizde iki büyük etkendir bile diyebiliriz. İşte yeni bir dönem, yeni bir başlangıç! Çalışma konusunda öğrenci olarak siz hangisi olacaksınız: başlayıp sonunu getiremeyen mi, başlayıp gayet de güzel bir neticeye ulaşan mı yoksa hiç başlayamayan mı? Okumaya devam et

1

584 defa okundu.

Yarıyıl Tatilinde Yapılması ve Yapılmaması Gerekenler

karneKıymetli arkadaşlar, eğitim hayatınızda şimdiye kadar kaç dönem sonu geldi kim bilir. İşte onlardan bir tanesi daha. Üstünüzden bir yük atmanız, rahat hissedebileceğiniz kıyafet serbestliği, derslerin boşluğunun son hafta biraz daha genişlemesi derken ve nihayet de karne… Kimimize neşe, kimimize de huzursuzluk getirmiş olabilen ve yalnızca bir dönem içerisindeki imtihanları kriter kabul eden o karneleri elinize alacak, ailenize ya da diğer görmek isteyenlere belki utana sıkıla, belki göğüs kabartarak belki de tevazuyla-edeple göstereceksiniz. Tabi görsün, kızsınlar, sevinsinler. Kim ne, nasıl görür ayrı şey ama karnedeki notlara sebep olan doğru ya da eksik şeyler nelerdir, sizin de onu görebilmenizdir hayati olan.

ögrNot dediğimiz elbette önemli şeydir; bizi motive edip yüreklendirir, diplomamıza katkısı vardır -ki bunun birçok açıdan gerekli olduğunu zaten biliriz, popülaritenizi artırır … Bu ve bunun gibi birçok getirisi olduğundan notlar ehemmiyet arz eder. Bununla birlikte o notu almayı sağlayan emek ve çalışmanız/gayretiniz ise asıl can alıcı nokta, üzerinde durulması gereken meseledir. Dolayısıyla iyi notlarım var, artık benim için olay bitmiştir, ya da kötü bir karne geldi, eyvahlar işim bitti gibi bir durum kesinlikle yoktur. Karne bir sonuçtur. Birinci dönem kendimizde olması gerektiği halde bulunmayanlar nelerdi, bu tatil nasıl görülmeli ve ikinci döneme nasıl başlanılmalı… Dikkat edeceğimiz şey bunların farkına varmak, uygulanması gerekenleri uygulamak olmalıdır. Çünkü sonuca odaklanıp geçmiş süreci, şimdiyi ve geleceği görememek büyük bir körlüktür.

yatışBir dönem boyunca okula git-okuldan gel, sınava gir-sınavdan çık, ders çalış, kitap oku… Eh artık biraz dinlenme hakkımız da mı yok yakarışlarını, bu konuyu anlatmaya başladığım zaman öğrencilerimizden haklı olarak çok kez işittim. Elbette bir ara veriş, eğitime bir virgül atış, başarılar için bir nevi ödül, sosyalleşmek için büyük bir fırsat… Bunların hepsi iç sesimizin bizlere haykırdığı istekler olabilir, hem gayet de makuldür. Şimdi gelin bu istekleri ele alalım;

  • Dinlenmek açısından bu ara verişte, gündüzleri okula gitmediğinizden, yoğun bilgi akışı bulunmayacağı için dinlendiğinize emin olabilirsiniz. Haddizatında, önceki sayıda belirttiğimiz üzere beynin yorulmadığını biliyorsunuz. Fiziksel yorgunluğun ise okul yolculuğu ve ders dinlemek durumunuz olmadığından, ortadan kalktığı aşikârdır.
  • “Yaptığım onca çalışmadan sonra biraz da ara vermek gerekmez mi” konusunda ise, bilgilerin tazeliğini, tekrar etmenin etkilerini hatırlatmak isterim. Başarı ve muvaffakiyetlerin elde edilmesi ve elde tutulması, yapılacak tekrarların devamlığıyla sağlanabilir. Tembellik etmeye gelmez. Başarılı tembel öğrencilerin, ilk dönem iyi notlarla dolu karnesinden sonra çalışma tempolarını düşürüp ikinci dönem daha düşük notlar alması maalesef çok rastlanan bir durumdur.
  • Sosyalleşmek noktasında birçok arkadaşınızın tatil için planlar, yoğun aktiviteler içinde olduğunu öğrenmiş olabilirsiniz. Bunlara belli ölçüde elbette sizler de katılabilirsiniz. Fakat tüm yarıyıl arasını tatil olarak kullanmak da çok ama çok büyük hatalı bir algıdır sevgili arkadaşlar. Sürekli “ders çalış”çılardan biri olmayarak bunu net şekilde söyleyebilirim. Çünkü “tatil” algısı;
    • Yarıyıl tatili planlanmazsa yoğun bir rehavet/tembellik oluşturmakta,
    • Bu tembelliğin atılması yeni dönemde uzun zaman almakta,
    • Eski konular tekrar edilmeyince birçoğu tozlanmakta veya silinmekte,
    • Unutulan eski konular, yeni dönem öğrenilecekler için problemler ortaya çıkarmakta,
    • Bozulan uyku düzeni, fiziki ve psikolojik performansa olumsuz etkiler bırakmakta,
    • Dinlenme niyetiyle başlanılan tatil birden yorgun düşülen bir süreç haline gelmektedir.

düşünen çocukPeki, tüm bunlar üzerine bu yarıyıl tatili süresince neler yapmalıyız? Bu konuyu ele almadan önce, mevzunun önemi üzerine bir iki şey belirteyim. İlk dönem sonunda karnesindeki olumsuzlukları, istemediği notları gören birçok öğrenci, içten içe kendine kızar ve ikinci dönem daha iyi notlar almak için kendi kendine söz verir. Zaman geçer, bu sözün üzerine ikinci dönemin sonunda bir bakar ve bu öğrencilerden %40’ının yerinde saydığını, %50’sinin de daha da geri gittiğini görürsünüz. Geçmişte kimbilir bir zamanlar siz de bu bahsettiğimi yaşamışsınızdır. Şimdi, hata nerde? Kendine söz verdi, çok güzel de neyi yanlış yaptı?

v  Arkadaşlar ikinci dönem konularının birçoğu birinci dönemki konular üzerine kuruludur. Eğer birinci dönem konularında eksikler varsa ikinci dönem başarılı olmak güçleşir. Yarıyıl tatilinde ilk dönem eksik olan konuları belli düzen içinde tamamlamaya çalışmalısınız.

v  Derslere, kitaplara ve hatta yazı yazmaya bu süre zarfında tamamen ara verilirse, ikinci dönem bunlara yeniden alışmaya baya vakit ayırmak zorunda kalınır. Daha dönemin başında odaklanamayabilir ve tüm dönem öyle kalabilirsiniz. Dolayısıyla tatilde kitap okumaya da mutlaka zaman ayırmalısınız.

v  Dergimizin geçmiş sayısındaki hedef belirleme yazısını hatırlayın. Sizi ders çalışmaya yönlendirecek, sıkıldığınız zamanlarda destekçiniz olacak gerçekçi, idealist, net hedefler belirleyin. Zaten varsa, bunları yeniden hatırlayın.

v  Tatil=uyku, ya da geç saatlere kadar ayakta kalmak anlamına geldiğine dair var olan yanlış kabulünü yenebilmelisiniz. Düzensizliği hayat düzeniniz haline getirmeyin, yatma saatlerinizi makul zamanlara ayarlayın; uyku dengenizi koruyun. Bu hem sağlık hem de eğitim açısından mühim bir ayrıntıdır.

Yorgunluğunuzu artıracak televizyon-bilgisayar-telefon başında ölçülü zaman geçirin.

v  Herkesin seviyesi/düzeyi farklıdır. Kendi düzeyinize göre çalışma stratejisi geliştirin. (Misal:İlk dönem konuları zihne gayet oturmuşsa tekrarlar için ayıracağınız süreyi azaltabilirsiniz.)

v  İkinci dönem, baharın da gelmesiyle oluşan tembellik güdüsü, tatilin tembelliğiyle birleşince ders çalışmak yük taşımaktan daha ağır gelebilir. Bu yüzden her şeyi ikinci dönemin başlamasına bırakmayınız.

v  Hedefler yüksek olmalı elbette. Daha yüksekleri için de, planlama yaparken ikinci dönem görülecek yeni konulara da zaman ayırmalısınız.

v  Tüm yarıyıl tatilini çalışmaya ayırmak kesinlikle yanlıştır. Dinlenmeye, eğlenmeye de ayrıca sosyal faaliyetlere de makul çerçevede zaman ayırın. Tabi yakın vakitte bir imtihanınız varsa ve eksiklerinizin çoksa eğlenceye ayıracağınız vakit elbette kısıtlı olacaktır.

tebrikler-gülümseyen kediSevgili arkadaşlar. Bunca sayılan maddeler, sizin tatil için zihninizde düşündüklerinizin aksi olup hayal kırıklığına sebep olmuş olabilir. Bu durumda kendinize şu telkini yapabilirsiniz: “Yeterince dinlenmek, gezmek tozmak için yaz tatilini bekleyebilirim.”Şu sıralar bu tür bir planlama en makul durum olarak gözükmektedir. İster farkına varın ister varmayın, rakibiniz olan milyonlarca öğrenciden bir adımdan daha fazla öne geçmiş olmak için yarıyıl tatilini bir fırsata çevirmek imkânsız değil. Önlerde, en önlerde olabilmeniz, mutlu geleceklere hakkıyla kazandığınız notlar dolu karnelerle kapı açabilmeniz temennilerimle… Sevgilyle kalın!
[Büruciye Dergisi-2013-Şubat Sayısı için yazılmıştır.]

245 defa okundu.

Son Ana Kadar! Bir And Anatomisi

Hayat hep zorluklarla doludur; kimi zaman otobüse kartı gösterir içinde paranın bittiğini öğrenir, kimi zaman banka sırasında sıkıla sıkıla saatlerce bekler, kimi zaman da kaldırımda yürürken kenara çekilmeyip üstünüze yürüyen insanlar görürsünüz. Evde, okulda, işyerinde, yolda ve hatta piknik yerinde bile. Kısacası dört bir yanımızı kuşatmıştır zorluklar imparatorluğu. Ama küçük ama büyük tüm bu zorluklar içinde nefes alıp verir, hayata ucunda da tutunmaya gayret ederiz.

Başka bir açıdan bakmak gerekirse bir yoldur hayat, biz de birer yolcu haliyle. Yol dediğin de güçlüklerle giriftar olmuş bir kelime… Bu sebeple, bahsettiğimiz meşakkatler bizi zaman zaman darlanmalara, depresyonlara götürebilmekte, yaşam enerjimizi adeta sünger gibi içine çeken bir sülük haline döndürebilmektedir. Bu yazıyı kaleme almamda vesile olan adam da tam olarak bu bahsettiğim tabiri caizse hayatın kendisine taktığı çelmelere rağmen ayakta kalmış, hatta düşse bile başını dik tutabilmiş bir şahsiyettir. Kimden mi bahsediyorum: Mehmet Ali Birand.

İsmi görünce aklınıza günlerce haber programlarında, gazete manşetlerinde boy boy resimleri basılan, dakikalarca konuşmaları yapılan, o güler yüzlü simasıyla zihinlerimize kazınmış insanı hayalinize getirmekte eminim ki hiç zorlanmamışsınızdır. Nitekim yıllar sonra, onu sağlığında izleyememiş olacak birçok insan bile o güler yüzü anacaktır. birandNeden mi? Aslında bu yazının inşa sebebi de tam olarak bu durumdan başka bir şey değil. Nasıl böyle bir isim olunabilir, ya da meşhur olunmasa bile böylesi bir sevgi ve ilgiye mazhar olunabilir, bu yazıda Birand üzerinden bu mevzulara temas etmeye gayret edeceğim.

Öncelikle, Birand hakkında derlediğim, hayatında karşılaştığı başlıca zorlukları özetlemek istiyorum:

  • Babası, O 2 yaşındayken öldü,
  • 3 yaşındayken bacağına dökülen kaynar su sebebiyle 5 ayrı ameliyat geçirdi,
  • Liseyi dayısının, okul masraflarını üstlenmesiyle okuyabildi,
  • Ekonomik zorluklar sebebiyle 1 yıl dahi devam edemeden üniversiteyi bırakmak zorunda kaldı,
  • Evlendikten sonra başladığı muhabirlik mesleği gereğince tam 20 yıl Brüksel muhabiri olarak Belçika’ da kaldı,
  • Ölmezden evvel pankreas kanserine yakalandı, defalarca kemoterapi ve ameliyatlar geçirdi.

Bu yukarıda geçen zorluklardan hepsi değil ama birkaçı üzerinde duralım. Babasının, O küçük yaştayken ölmesi, bir çocuk için bir travma durumu olsa da elbette bunun üstesinden gelinebilir. Daha sonra, ekonomik zorluklar ve bu sebeple yarım, kursağında kalan üniversite heyecanı… Üniversite bitirmiş onca arkadaşımıza, okulu maddi nedenlerle bitiremeseydin ne yapardın sorusuna verilecek iyi bir cevapları olduğunu sanmıyorum. Birand’ ın, eş olarak bir medya patronunun kızını seçmesi elbette büyük bir şanstır; fakat bunun üzerine öz vatanından ayrı, Brüksel’ de geçirdiği 20 yılı öyle küçümsememek gerekir. 20 yıl gerçekten uzun bir süre. Ve O’ nun için de dönüşte bunun ganimeti olarak Trt’ de 32. Gün programını bulmuştur.

Esasen hayat, başta da belirttiğim gibi her an zorluklarla dolu. Birand’ ın, karşılaştığı tüm bu olumsuzluklar karşısında, en son sunduğu haberlerde de gördüğümüz üzere, belki de içinde fırtınalar kopmasına rağmen, hep o gülümseyen, tebessüm eden çehresiyle olumlu bakan kişiliği en büyük yardımcısı olmuştur. birand-kanald-gafBundan bahsetmişken yeridir, bir iki yıl önce, haber sunarken yaptığı gaflar sebebiyle katıldığı birçok Tv programında bir çeşit alay konusu olmuş, farklı zamanlardaki gafları toplu hale getirilip internette izleme rekorları kırmıştır. Hatta son zamanlarında da, sebeb-i ölümü olacak pankreas kanserine rağmen yine ekran karşısına yılmadan çıkabilecek cesareti gösterebilmiştir. Bir çeşit benzetmeyle böylece, 90 dakikalık bir hayat futbolunda, 89.dakikaya kadar sahada koşabilmiş ender hayat futbolculardan biri olabilmiştir.

72 yaşında ve dinç bir adam portresi… Siyasi tarafı, dünya görüşü, karanlık taraflar… Bunların, bu konuşulanların hepsini bir kenara bırakıp, o mücadele ruhunu yakalayabilen, asla vazgeçmeyen, bunun üzerine de gülümseyip duran o adamın portresine tekrar bir bakın. İşte birçok genç/yaşlı meslektaşının, siyasetçinin, iş adamının ve birçok kesimden insanın önünde düğme iliklemesine varsa asıl sebep de tam olarak budur: “mücadele ruhu.” Ahmet Şerif İzgören, “Avucunuzdaki Kelebek” isimli sunumunda da tam olarak bundan bahsederek sunumuna başlamaktadır. İzlememişseniz mutlaka tavsiye ederim. Sokakta ve belki de aynada gördüğümüz, bezmiş, asık suratlı, gözünde hiçbir parıltı kalmamış insanlardan farklı olarak, son dakikaya kadar sahada kalabilmeyi sağlayan yegâne güçtür işte o: mücadele ruhu.

Olumlu bakış açısı için çaba gösteren, zorluklara karşı hiçbir zaman pes etmeyen, dirençli bir kimliğe bürünürken de etraftaki insanlara sırf insan oldukları için değer verip bunu asla ihmal etmeyen, belki son dakikaya kadar olmasa da mutlu olmak için illa son düdüğü beklemeyen ve bu yüzden ayrıca hayat amacı sayesinde gözlerinin içi parlayan bir birey olup, öyle bireyler yetiştirebilmemiz ümidiyle… Öyle olanlara da selam olsun!

1

146 defa okundu.

Büruciye Dergisi Rehberlik Köşesi’nde Yazmaya Başladık

Sivas’ taki bir eğitim kuruluşunun yeni yayına başlayan dergisi “Büruciye” için oluşturulan ve tamamen öğrencilere yönelik olarak faaliyet gösteren rehberlik köşesinde yazmaya başlamış bulunmamın heyecan ve sorumluluğunu yaşıyorum.buruc copy

Aylık yayın yapan dergimizde oldukça özgün, aynı zamanda daha çok pratiğe yönelik, ayrıca derlemenin ötesinde ve özellikle öğrenciye hitap edecek bir dil yapısıyla inşa etmeye çalıştığım yazılarla, derginin zengin içeriğinin yanında sırıtmamak için oldukça gayret sarf ediyorum.

Bu ay 2.sayı için hazırladığım yazı, öğrencilerin ders çalışma programı hazırlarken başvurabilecekleri, dikkat etmeleri gereken püf noktalar üzerinde yoğunlaşmakta. Geçen ay, yani 2012 Aralık ayındaki ilk çıkan sayısında ise tekrar etmenin başarı üzerindeki olumlu etkisine değinmiştim.

Bugünlerde 2013 Şubat sayısı için kolları sıvadık. Yarıyıl tatili kapıda olduğundan sömestre dair bir şeyler karalamak niyetindeyim; ayrıca çalışmalara şimdiden başladım. Blog yazmak ayrı şey ama dergide yazmak apayrı bir duygu imiş gerçekten. Zira yazdığınız her kelime hatta her virgül dahi matbu bir hale gelip, bir vücut bulup insanlarla temasa geçebiliyor. Bundan hareketle yazarların, usta kalemlerin, kadim yazı üstadlarının neler hissettiklerine kıyısından da olsa vakıf olabildim. Bakalım gelecek zamanlarda, gelecek sayılar neler getirecek.

177 defa okundu.